Türkiye’nin Tanıdığı Bir Cerrah: Prof. Dr. Erbuğ Keskin ile Röportaj

DoktorlarSitesi.NET Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (Türkçe) temsilcisi Stj. Dr. Pelin Öztürk tüm Türkiye’nin tanıdığı ve tıp öğrencilerinin idolü olan bir cerrah ile röportajı…
 

Aslında birçoğumuz tanıyoruz onu…

 Bundan iki sene önce ameliyathanede çekilen bir fotoğraf karesinde gözleri en az yanındaki minik kadar parlayan o cerrahı, İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr.Erbuğ Keskin’i.
 O fotoğraftan öncesinde de, sonrasındaki yıllarda da hayatlarına dokunduğu nice çocuk vardı.  
 Gününü bir gülümsemesi ile aydıran,  yeşil örtülerin bile ona duydukları karşılıksız sevgiye engel olmadığı birçok minik kalp…
 Bizim geleceğimiz, yarınımız olan onca çocuğun hayatına dokunanlardan biriydi.
 Onların geleceklerini hayal ediyor, 
 Düşleri gerçek olsun diye çabalıyor.
 Sadece bir çift cerrah elinden de öte “Ben küçükken…” diye başlayan birçok cümleleri olsun diye atan bir kalbi vardı onun.  
 
  Prof.Dr. Erbuğ Keskin, 1981 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olup, uzmanlığını Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde Çocuk Cerrahisi üzerine yaptı. 1988’de yolu Çukurova Tıp Fakültesi ile kesişti ve 1991 yılında doçentlik, 1998 yılında ise profesörlüğe atandı. 1993-1994 yılları arasında Fransa Lyon da Hopital Debrousse’ta Pediatrik Üroloji alanında çalıştı. 2001’de Çukurova Tıp Fakültesi Dekanlığı’na seçildi. 2010 yılından beri İstanbul Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Kliniği’nde görev yapmakta ve bilim dalı başkanlığını yürütmektedir.
 Bütün bunların ötesindeki Prof.Dr. Erbuğ Keskin’i daha yakından tanımak için röportaj teklif ettiğimde yine aynı samimiyet ve büyük bir incelikle kabul etti. 
 
  Hocam öncelikle bu yoğun temponuzda öğle aranızı bana ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Tıpın az çok içinde olan herkes gerek sosyal medyadan gerek seminerlerinizden sizi tanıyordu. Fakat çevremizdeki miniklerin, anne babalarımızın sizi tanıması birkaç sene önce o minik hastanızın yanına uzandığınız fotoğrafın çekildiği ameliyathaneye dayanıyor sanırım. Algılardaki cerrah imajından çok farklıydı bu davranış, ilgimizi çeken de bu oldu sanırım. Sizden o fotoğraf karesinin hikayesini dinleyebilir miyiz ?
    Prof. Dr. Erbuğ Keskin :  O olayla bağlantılı cevap verecek olursam, bu soru ve bu soruya cevabım çok net. Önce o çocuk paylaştı fotoğrafı, sonra ben paylaştım. Akabininde Doktorlarsitesi.NET sayfasında paylaşınca bir gecede 2.5 milyon tıklanmaya ulaştı. Ertesi gün aramayan televizyon kanalı kalmadı beni. “ Hocam gelin konuşalım, siz farklı bir insansınız.” diye. Herkese aynı şeyi söyledim. Bu sadece benim, sadece benim arkadaşlarımın yaptığı birşey değil. Biz hocalarımızdan böyle gördük. Bu dünyanın her yerinde böyledir aslında. Ameliyathaneye giren çocuk korkmasın diye herkes seferber olur zaten. Bizdeki tek farklılık bende değil, çocuğun bu fotoğrafı paylaşması oldu. Şu durumdan çok rahatsız oluyorum. “ Bu adam farklı bir doktor” denilmesinden. Bu benden önce ve benden sonra gelecek doktorlara haksızlık olur.
 Bildiğim kadarıyla hekim bir babanın oğlusunuz fakat bu mesleği aileden geldiği için değilde yürekten yaptığınız aşikar. Peki sizin fakülte yıllarınızda, belki bir dahiliye sözlüsünün gecesi, belki zorlu bir nöbet ertesi hiç pes etmeyi düşündüğünüz anlar oldu mu ? Bu dönemlerde motivasyon kaynağınız neydi ? Bizim bazen oluyor da açıkçası …
 
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Bir defa dahiliye benim motivasyonumu hiç bozmaz. Çünkü ben ilk günden beri dahiliyeden nefret ettim. İlk vizitte hastanın başında hep de onu anlatırım o zamanki beğendiğim kız arkadaşımla buluşacaktım saat 4te  buranın (İstanbul Tıp Fakültesi) kapısının önünde. Çünkü o Floryaya gidecekti, arkadaşlarından öğrenmiştim. Üç senedir peşindeyim, fırsat bu fırsat yakalarsam söyleceğim. Nİyetim şu; stajdan çıkınca gideceğim. Saat 3 civarında kapıda konumlanacağım. O saat 4’te stajından çıkınca tesadüfen “ Aa Florya’ya mı gidiyorsun, bende oraya gidiyorum.” diyip onu bırakırken söyleyeceğim herşeyi. Tabi o zamanlar Facebook’tan iki fotoğrafına like at, Whatsapp’tan son görülme tarihine bak gibi şeyler yok. Birşey söyleyeceksen çıkıp karşısına söylemen gerekiyor. O heyecanla gidip dahiliye vizitine katıldım. Daha ilk hastanın başında yok hastanın soygeçmişi, özgeçmişi, önceki tahlilleri yok kreatinini,üresi falan derken yirmibeş dakika falan bir hasta başında konuşuldu. Sonunda kortizonu 2 mg dan 2.5 mg a çıkarmaya karar verildi. Diğer hastalara da zaman yetmedi haliyle, zaten kızı da kaçırmıştım. Onun için dahiliyeden nefret ettim. “Bir daha da ben buralara gelmem.” dedim. Dahiliye sözlüsü falan hiç moralimi bozmazdı yani. Ama genç arkadaşlarımla konuşurken, hep söylüyorum. İnsanın çok çöktüğü anlar vardır. Cerrahpaşa’da Çocuk Cerrahi’de iki kişi nöbet tutuyorduk. Yeri geldi tek başıma nöbet tuttuğum zaman bile bu çöküşleri yaşamadım ama ne zaman ki bir ameliyathanede ilk hastamı kaybettim, o zaman çok moralim bozuldu. İsmini hala hatırlıyorum. Ertesi sabah “ Ben bu işi bırakayım.” dediğimi hatırlıyorum. Onun dışında ders, yorgunluk, nöbet hiçbiri bana bunları düşündürmedi.
 
  6 senelik tıp fakültesi eğitimi oldukça zorlu ve uzun bir serüven aslında. Gün geliyor ki birçoğumuz kendimizi –özellikle sınav günleri- “Neden tıp ? Neden buradayım ? “gibi soruları sorarken buluyor, ihtisas hayallerimizi gözden geçiriyoruz. Bir çocuk cerrahı olarak, işini severek yaptığı her halinden belli olan bir hocamız olarak ; hem fakülte tercihi yapacak genç arkadaşlarımıza , hem bir kere tıpın suyundan içmiş ben ve benim gibi şimdi de uzmanlık branşını düşünen hekim adaylarına söylemek isteyecekleriniz vardır diye düşünüyorum
 
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :  Vardır. Ben 6 sene gerçekten çok emek verip arkadaşları Datça’dan, Bodrum’dan fotoğraf paylaşırken hem Cerrahpaşa’da hem burada Hulusi Behçet kütüphanesinde ve diğer birçok şehirde kütüphanelerde sabahlayan insanların bu kadar emeğin sonunda karşılıklarını alması gerektiğini düşünüyorum. Bu cerrahi branşlarda çok daha rahat oluyor aslında. Bazı dahili bilimlerde bu biraz daha zor. Mezun olan arkadaşın uzmanlığı yapıp bitirdiğinde gece yatarken şunu düşünmesi gerekiyor bence. “Ben bugün şunu yaptığım için şu insanın hayatına dokundum, şu hastanın hayatına müdahale edebildim.” demeli. Bu daha çok girişimsel alanlarda oluyor. Girişimsel radyoloji, cerrahi branşların birçok dalı. Tabiki kişinin karakteri, beklentileri ile ilgili birşey ama sonucunu görecekleri branşlarda tatminkarlık biraz daha fazla diyebilirim.
  Peki hocam uzmanlık demişken, aklımızda kimimizin birçok branş kimimizde ise hiçbir bölüm yok. Dönüp baktığımızda ilk giriş senemizde kurduğumuz hayallerle bügünkülerin bir olmadığını görüyoruz . “ Ben cerrah olacağım ameliyathane, neşter olmalı. “diyen arkadaşlarımızın “ Aslında Biyokimya da güzel bölüm. ” dediklerini biliyorum. Bu konunun sebebi sizce nedir ? Siz yeni hekim adaylarının cerrahiye karşı bu önyargılı tutumunu neye bağlıyorsunuz ? Sizin döneminizde öğrencilerin cerrahi branşlara bakış açısı nasıldı?
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :  Çok net olarak şunu söyleyebilirim ki benim dönemimdeki erkeklerin çok büyük kısmı genel cerrahi isterdi. Genel cerrahiye sayılar sınırlı olduğu için giremeyenler plastik, üroloji falan yazardı onlara da giremeyenler göz, kbb gibi daha az cerrahisi olan yerleri yazardı. Çok enteresandır ki acayip bir cinsiyet ayırımı vardı. Belki o zaman kadınların cerrahide daha az isteniyor olması ile ilgili. Kız arkadaşlarımızın çoğu dahiliye, pediatri falan yazardı. Ama şimdiki gençlerin birden fazla sebebi var. Hem insanların hayatı daha çok kaçıracağız yani cerrah olursam çok yorulacağım hayatımı yaşayamayacağım gibi bir algıları var. Ki bence öyle değil. Bizzat hayatın içinde olmak, başkaların hayatıyla birlikte yaşamak gibi bir avantajı var cerrahinin. Hem de malpraktis davalarıyla, hekime şiddet ile gençlerin morali bozuluyor. Benim öğrenciliğimde de çok moralimin bozulduğu ve hocalarımdan destek almaya ihtiyaç duyduğumuz çok anlar oluyordu. Hep arkadaşlarımızla da konuşuruz. Odasına gidip bir kahve içip sohbet edeceğimiz “Bakın çocuklar gelecekte böyle olacak siz bunları yaşayacaksınız” diye yönlendiren hocalara belki ben rastlayamadım belki o dönemde öyleydi. Benimde bugün öğrencilerimin “Hocam böyle iyi oluyor “ dedikleri bu davranışlarımda o içemediğim bir kahve var aslında.
 
  Haklısınız hocam sizinde fakültenin ilk yıllarından beri genel cerrahi anabilimdalına sürekli gidiyor olduğunuzu duymuştum. O günden beri hiç başka branşları düşünmediniz mi ? Açıkçası stajlarda cerrahi branşları sorup soruştururken destek görmediğimiz zaman büyük hayal kırıklığına uğradığımızı eklemden edemeyeceğim. Özellikle “ Kadın olmak ve cerrahi branş mı ? Bir daha düşün.” diyen birçok asistan ve uzman abi-ablamız var. Yİne TUS’ta ilk 100 de cerrahi seçimlerinin ne kadar az olduğunu görmekteyiz. Sizin bu konudaki tutumunuzu çok iyi biliyorum aslında. 2 sene önce bir seminerinizde size “ Ben cerrah olmak istiyorum ama…” diye başlayan cümle kurduğumda hiç beklemeden “ Ee ol o zaman. Kİmseyi de dinleme, ben olma dersem bile. “demiştiniz. Bu konuda ve cerrahi branşların on sene sonraki durumları hakkında neler düşünüyorsunuz ?
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Şimdi 2000 yılında Çukurova Tıp Fakültesi’nde dekanlık yapıyordum. Ertesi gün mezuniyet konuşması yapacağım. İnternette araştırma yaparken Florida’da Tıp Fakültesi dekanının bir konuşmasını gördüm. Diyor ki orada velilere “Söyleyin avukatlarınıza bundan sonra karılarınızı onlar doğurtsun. Çünkü bu sene mezun olan hiçbir öğrencim Kadın Doğum ihtisasını seçmedi. Sırf bu malpraktis davaları yüzünden. “ O zaman mezun olup Amerika’ya giden tüm öğrencilerimiz cerrahi branşlarda yer bulabildi. Ama orada da anlaşıldı. Çünkü bir kadın doğumun birçok şartI ona göre rahat olan diğer branşlardan düşük puanda olması eşyanın mantığına aykırı. O kadar çalışacak o kadar yorulacaksın ama puan değerin ondan daha düşük olacak. Böyle birşeyin olmayacağı belliydi. Nitekim takip eden yıllarda kadın doğumun puanı yükseldi ki şimdi yabancı hiç kimseyi almıyorlar. Ben hep arkadaşlarıma aynısını söylüyorum. Aynı durum 10-20 yıl gecikmeyle Türkiye’de olacak. Kadın doğumdan gidersek puanı iyice aşağılara indi. Kimse yapmak istemiyor, malpraktis deniyor. Öğrencilerimden duyduğum kadarıyla söylüyorum ki kadın doğum hocalarımızda “ Aman çocuklar yapmayın, yazmayın.” diyorlarmış. Madem öyle onlar yapmaysınlar diyorum bende. Çocuklardan istenilen nedir ? Türkiye’de de özellikle Kadın Doğum branşı için söylüyorum. Bir 10 sene sonra bu puanları cerrahi ve Kadın Doğum için bulamayacaksınız . Yapmak isteyen şimdi girsin derim ben.
 
Çocukların beyaz önlüklü herkese karşı olan tutumunu biliyoruz. Bu durumda çocuk doktoru olmak oldukça
zorlu iken çocuk cerrahisini düşünemiyorum bile ? Ve tüm bunlara rağmen minik hastalarınız tarafından size duyulan karşılıksız bunca sevgi. Takdirde şayan doğrusu. Bunun bir sırrı var mıdır acaba ? 
 
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :     Sırrı vardır. Birincisi ben 30 senedir beyaz önlük giymiyorum.  Çünkü çocuklar bütün o çektiği acıları beyaz önlükle özdeşleştiriyor. Bir konu daha var. Erişkin hastada yok bunun benzeri bir durum. Çocuklar kendisini seven insanla sevmeyen insanı hemen ayırt ederler.
 
Seminerlerinizi takip etmeye çalışan birisi olarak beni en çok etkileyen sizin bir anınız vardı. Onu sizden tekrar okuyucularımız için dinleyebilir miyiz acaba ? Yanlış hatırlamıyorsam nadir görülen böbrek tümörü olan ve size daha sonra ondan bir davet mektubu gelen minik hastanız😃
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Yok tam olarak öyle değildi. Böbrek tümörlü hasta buradaki puzzle yapmış olan. Nikah davetiyesi gelen özofagus atrezisi (yemek borusunun normal açıklığının olmaması) olan hasta idi. Onu da Cerrahpaşa’da asistanken yaşamıştım. Bir çocuk cerrahisi asistanının en son yıllarında ulaşabileceği en uç nokta özofagus atrezisi ameliyatıdır. O zaman respiratörlerimiz yok, elle ambuyla solutuyoruz çocukları. Ben de o çocuğu kendi yaptığım ameliyat olduğu için 1,5 güne yakın ambuyla soluttum. Arada  tuvalete falan giderken hemşire arkadaşlara bırakıyorum sadece. Bu arada insanın uykusu geliyor, yorgunluğu oluyor tabi. Sürekli kendimi uyanık tutmak için ona hikayeler anlatıyorum. Bak diyorum “ Büyüyeceksin, ilkokula gideceksin, okuma öğreneceksin, yakana yeşil kurdela takacaksın, belki bir erkek arkadaşın olacak, onu çok seveceksin sonra evleneceksin, gelinlik giyeceksin böyle büzgülü..” falan diye bıkmadan anlatıyorum. Sonra 1,5 gün sonra falan nefes almaya başladı, önce ambudan ayırdık, sonra ekstübe ettik. Bir aylıkken taburcu ettik. En son 3 aylıkken ben Cerrahpaşa’dan ayrılırken gördüm. Kimse inanmıyor buna ama biz üç aylıkken ayrılırken bakıştık o bebekle . Bana bakışı sanki “ Anlattığın hikayeleri hatırlıyorum, o ninnileri anımsıyorum.” gibiydi. Tabi kimse inanmıyor ama. Yıllar sonra Adana’da çok canımızın sıkkın olduğu berbat bir günde bir mektup geldi. Mektubu açtım. İçinde bir not ve davetiye vardı . “Sevgili doktorum, en kötü günlerimde yanımdaymışsın. En güzel günümde de yanımda olmanı istiyorum.” diye yazıyordu. Ama o zamanlar bir sürü sorunlar, soruşturmalar vardı. Gidemedim. Giydiği gelinliği göremedim ama birkaç not daha vardı içerisinde. Teknik üniversiteyi falan bitirmiş. O zamandan beri kendi kendime ve asistanlarıma hep bunu söylüyorum. “ Çocukları hep gelinlikli bir genç kız, simokinli bir damat olarak hayal edin. Yani orada gastrostomisi olan ileostomisi olan küçük et parçaları gibi değil de, onlara böyle şekiller giydirirseniz o zaman çok daha az yorularak mesleğinizi yaparsınız.” diyorum.
 Gerçekten bir her hekim adayının hayallerini süsleyecek cinsten bir hikaye hocam. Bunun üzerine cerrahi hayali olan ve inatla cerrahi düşünen biri olarak özellikle sormak istiyorum. Her kime cerrahi isteğimi söylesem aile hayatı ve cerrahinin bir arada yürütülmesinin zorluğundan bahsederler. Hekim adayı birçok arkadaşım da bu durum yüzünden hayallerinden vazgeçiyorlar. Eşiniz de hekim bildiğimiz kadarıyla ve 2 çocuğunuz , mutlu bir aile yaşantınız var . Baba kız ilişkiniz imrenilecek cinsten. Cerrahinin çalışma şartları göz önüne alındığında örneği az rastlanan bir durum olsa gerek. Akademik kariyer, yöneticilik , cerrahlık ve aile babası olmak arasında dengeyi sağlayabilmenin bir sırrı var mıdır ?
 
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Şimdi önce ilk dediğine ekleyeyim, iki cerrah evliyiz. İlk başlarda ben günaşırı nöbet o üç günde bir nöbet tutarken hangi arada çocuklarımız oldu bizde bilmiyoruz. Ama gerçekten de çok mutlu bir evlilik hayatımız var. Hiç bir şekilde ikimizin de cerrah olması bunu engellemediği gibi karımın cerrah olması, onun beni daha iyi anlayabilmesi, benim onu daha iyi anlayabilmem açısından çok faydası oldu. Hatta Türk Jinekoloji Derneği benden         “ Kadın Doğumcu Kocası olmak” diye bir yazı yazmamı istemişti. “Yine dünyaya gelsem aynısı olmak şartıyla yine bir kadın doğumcu ile evlenmek isterdim.” diye bitirmiştim o yazıyı. Gerçekten de iki cerrahın bir arada olmasının hiçbir zorluğu yok eğer ben tek başıma cerrah olsaydım, o ev hanımı olsaydı akademik kariyer, cerrahlık, aile falan o zaman zor olabilirdi. Ama aynı işi yaptığımız için, paylaştığımız için hiçbir zorluğu olmadı. Çocuklarımda bu aile hayatından gayet memnunlar ama onların şöyle bir durumu var. Çocuklarımızın her ikiside Türkiye derecesi yaptı, ikiside gittikleri okullarda tam burslu okudular . Ama ikiside hekim olmak istemediler. Çünkü onlar hep arkadaşları bir yere giderken “ Biz gidemeyiz çocuklar çünkü benim ders çalışmam lazım. Yok o tarihte annenin doğumu var. ” gibi sözlerle sürekli karşılıklı kaldıkları için hekimlik yapmak istemediler.
  Tüm bunların yanında başarılı bir hekimlik ve idarecilik geçmişiniz var hocam. Bu durumun avantajı ve dezavantajları nelerdir ? Kişiler bu yönde de çaba göstermeli midir ? Önerileriniz varsa alabiliriz.
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :  Bir defa kimseye idarecelik önermem. Benim idarecilik, dekanlık yapmakta tek bir amacım vardı. Tıp eğitimini değiştirmek. Ben ilk iki sınıfın değişmesi gerektiğini, derslerinin azaltılması birçok dersin klinikte görülmesi gerektiğini düşünüyordum. Kimse birşey yapmadığı için ben birşeyler yapayım dedim. Girdim, sırf eğitim için girdim ama tabi başka işlere de ister istemez bulaştım. Çok yıprandım. Kimseye önermem. Cerrahın cerrahlık yapması gerektiğini düşünüyorum.
 
 Birçok tıp fakültesinin öğrencileri tarafından tanınıyor Ve bir hoca olarak, bir hekim olarak çokça seviliyorsunuz.
Size göre bunun altında yatan sebep nedir ? Tanıdığım bu kadar sevilen nadir akademisyenlerdensiniz. Akademisyenlik düşünen hekim adayları için tavsiyeleriniz var mı ?
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Gerçekten hiç tahmin edemeyeceğim yerlerde bu durumla karşılaşıyorum. Mesela geçen gün Konya’da Selçuk ve Meram Tıp Fakülteleri’ne gittim.  Buna bende gerçekten çok şaşırıyorum. Yani Meram Tıp Fakültesi’ndeki tüm öğrencilerin beni tanıyor olması beni çok mutlu etti. Ama şunu anlıyorum. Benim en başında düşündüğüm şey doğruymuş demekki. Bana yol gösterecek, yol göstermese bile motive edecek hocalara ihtiyacım olduğu anlarda ben o hocaları bulamadım .Çocuklar zannediyorum bende onu gördüler. Yani bu işten mutlu olan bir akademisyen görmek onları etkiledi. Herkese akademisyen olmasını tavsiye ediyorum. O kadar yer yok tabiki. Ama bu işe gönğllü olacak insanlara ben bu durumdan hoşlandığım için öneriyorum. Yoksa sadece cerrahlık yapmak bir devlet hastahanesinde çalışmaktan falan aynı tatmini alamazdım ben. Burada işin bir de öğretmenlik yanı var sonuçta . İlkokul çocuğuna bile sorsanız “ Ya öğretmen, ya doktor, ya pilot olacağım. “ der. Yani pilotluk yok belki ama diğer ikisinin bir arada olduğu bir alan akademisyenlik.
 Mecburi sonrası Türkiye’de uzmanlık düşünen her hekimin gerçeği Tıpta Uzmanlık Sınavı. İntörnlük dönemiyle birlikte bu zorlu sınava hazırlanıyor olmak aynı zamanda psikolojik bir savaş . Yurtdışında uzmanlık eğilimi de son yıllarda oldukça arttı. Yurtdışında staj, yurtdışında uzmanlık bu konulardaki fikirleriniz nelerdir ? Eğer bir hekim için eğitim sürecinde mutlaka yurtdışı tecrübesi yer almalı diyorsanız bu konuda önerileriniz var mıdır ?
 
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Bir defa ben temelden prensip olarak hekimin Fransız, Alman, Türk çocuğa hizmet ettiğini düşünmüyorum. Hekim homosapiense hizmet eder. “Aman bu ülke seni yetiştirdi de sen niye yabancı milletlere hizmet ediyorsun ? “gibi bir durumu ben kabul etmiyorum. Hekim her yerde hekimlik yapabilir. Ama dediğin çok doğru. Eskiden birkaç öğrenci geliyordu onlara istekleri doğrultusunda staj ayarlıyor, yer ayarlıyor, gönderiyordum. Artık benimde altından kalkamayacağım sayıda öğrenci gelmeye başladı. Bunu da şuna bağlıyorum. Gençler bu ülkede kendi geleceklerinden şüphe duyuyor olabilirler. Bu çok üzücü. Yoksa orada hekimlik yapmış burada yapmış bunun önemli olduğunu düşünmüyorum.
 
Ve tabiki tüm bunlar için iyi bir yabancı dil. Hocam sizin diğer konularda olduğu gibi yabancı diller konusunda da tavsiyelerinize ihtiyacımız var. Bildiğim iyi derecede İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve bunlar dışında ilgi duyduğunuz birkaç dil var. Dokuz civarıydı gibi hatırlıyorum. Zaman isteyen bir alan dil. Ve siz bu yoğun temponuzda buna vakit ayırabiliyorsunuz . Var mıdır bunun bir sırrı , püf noktası, kısa yolu ?
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Yok dokuz değil.:) Şöyle söyleyeyim birkaç Batı Avrupa dilini iyi konuşuyorum. Farsçayı duyduğum zaman anlamaya çalışıyorum ama en büyük eksiğim Kürtçe bilmiyorum. Kürt ailelerle konuşamadığım için yanımda kitaplarım var. Kürtçeye başladım ama daha ilerleme kaydedemedim. Ben duyarak öğrenebiliyorum. Trafikte eve giderken en az 1.5 saat harcadığım için İtalyanca ve İspanyolcayı yolda dinleyerek öğrendim. Kürtçe böyle bir kaynak bulamadığım için ilerleyemiyorum. Tavsiyem, en azından bir dilde birisiyle tartışırken küfür edebilecek kadar iyi bilinmesini gerektiğini düşünüyorum. 🙂
Cerrahpaşa ve diğer birçok fakültelerden Yazılarımı takip eden hekim adayı arkadaşlarımız var. Ve aslında ortak yakınmamız derslerin yoğunluğundan sosyal alanda kendimize yeterince vakit ayıramamak. Klasik bir tıp öğrencisi gibi değilde birçok alanda aktif olduğunuzu okumuştum. Sizinle ilgili en çok şaşırdığım yönünüz bu, tenisle ilgileniyorsunuz bildiğim kadarıyla. Başka sosyal uğraşlarınız var mıdır ? Fakülte yıllarında tüm bunlara nasıl vakit ayırdınız ?
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :  Bizim fakülte yıllarımız farklı fakülte yıllarıydı. Günde 30 öğrencinin vurulduğu yıllardı. Temel bilimlerin önünde iki sınıf arkadaşımızın öldürüldüğü günlerdi. Biz okula gelip eğer bomba atılmamış ve boykot yoksa derse girip dersten çıkınca sırtımızı mümkün olduğunca duvara dönerek çıkardık. Ki bende hala aynı korku vardır. Karım bilir. Bir restauranta falan gidince arkam hep duvara dönük otururum. Çünkü bizim dönemimizde sırtından hep bir sürü arkadaşımızı vurdular. Fakülte yıllarımız hep ölü olarak geçti. Ama yaz aylarında Fransız gruplarına rehberlik yapıyor bu sayede yazlarım renkli geçiyordu. Bunun dışında fakülte yıllarımızda hiç sosyal aktivitemiz olamadı her biri sonradan gelişti.
Fotoğraflarınızdan gördüğümüz kadarıyla ameliyathanede çeşit çeşit boneleriniz var. Her boneli fotoğrafınızda özel bir anlam arıyorum aslında. O gün takacağınız bone seçiminde özel bir etken oluyor mu ? Ya da anlam yüklediğiniz, uğur getirdiğine inandığınız boneleriniz var mı ?
 
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :  Bunu ameliyat edeceğim çocuklara göre belirliyorum. Bazen ameliyattan ameliyata da bone değiştirebiliyorum. Eğer çocuk fanatik bir takımın taraftarıysa Galatasaraylı ise Galatasaraylı, Fenerbahçeli ise Fenerli bone takıyorum. Ama benim cerrahı (pipi cerrahı 🙂 ) yazan bir bonem var. Çocuklar pi sayısını öğrenip onu çözmeye çalışıyorlar. Bir de günlük olaylara göre değişebiliyor. Mesela Çarşı grubu adliyede yargılandığı gün çarşı bonesi takıyorum. Hatta çarşı grubu sosyal medyada alıp paylaşmıştı fotoğrafı. Benimle ilgili özel bir sebebi yok yani en büyük sebep çocuklar.

 

Hocam röportaj hazırlığı için sosyal medya hesaplarınızı karıştırırken Yaşar Kemal’le olan fotoğraflarınız tekrar dikkatimi çekti. Anlaşılan çok güzel bir dostluğunuz varmış. Sizden kısaca büyük usta Yaşar Kemal’i dinlemek , bu dostluğun hikayesini öğrenmek isteriz…
 
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Yaşar Kemal ile ne yazık ki çok geç tanıştım ben. Kız kardeşim tanıyordu, onun bir toplantısında tanışmıştık. Ben de o sırada Adanadaydım. Yaşar Kemal’e sonradan gördüğüm kadarıyla dünyanın her yerinden üniversiteler fahri doktora ünvanı vermek için can atıyorlar. Ama Çukurova Üniversitesi’nin böyle bir girişimi olmamış. Bunu canı gönülden Çukurovalı olarak istediğini farkettim. Kendisini davet ettim. Çukurova Üniversitesi’nde fahri doktora ünvanı verdik Ve hayatımda dinlediğim en mükemmel Çukurova konuşmasını yaptı. Sadece benim değil, o salonu dolduran binlerce kişininde görüşü böyleydi eminim . O zaman büyük ustanın neden büyük usta olduğunu anladım. Birde Yaşar Kemalin herkesin bilmediği şöyle bir özelliği vardır. Herkesle dost olmaz Yaşar Kemal. Kendince yaptığı bazı sınavlar vardır. Laf arasında soruyormuş gibi “Şu yazarın şu romanındaki neydi ? “ falan diye soruyor. Beni  de kabul etti dostluğuna. Ama ben sonra da kendisine söyledim. Hep bildiğim yerlerden çıkıyordu sorular. Fransız edebiyatı falan konuşuyorduk. Yaşar Kemal’i ben şöyle tanımlıyorum. İstediğin kadar genel kültürün olsun karşısında kendini böcek gibi hissettiğin bir adamdır. Yani ben kendimi kültürlü bir adam olarak tanımlıyorum ama adam o kadar çok şey biliyor ki. Fransa cumhurbaşkanı Fransua Mitterand’dan “ Bizim Fransua ” diye bahsediyor adam. Yani Nazımlarla arkadaşlık yapmış bir adam, daha ne diyeyim acayip bir adam o. Benim odamı defalarca ziyaret etmişliği var. Burda en hasta haliyle “ Başarılı öğrenciye, başarılı öğrenciye..” diye bir sürü kitap imzaladı, bende öğrencilere dağıttım onları. Acayip ve farklı bir adamdı.
Son olarak instagramda 8000 e yakın, Facebook’ta Prof.Dr. Erbuğ Keskin sayfanızdatakipçi sayınız var Facebook’ta sınıra ulaştığınız için kendi hesabınızdan arkadaş olarak ekleyemiyoruz bile. Yani bir sosyal medya fenomenliğiniz de söz konusu. Özellikle “ Yansın geceler “ şarkısı eşliğinde siyah gözlüklü videolarınız en sevdiklerimizden. Bende bugün gözlüğümü alıp geldim:). Bu gözlüklü videoların çıkış noktasını merak ediyorum doğrusu ?
Prof. Dr. Erbuğ Keskin :   Bu fikir aslında benim değil. Yalçın Gökmen diye Bursa’da Uludağ Tıp Fakültesi’nde okuyan bir öğrenci var. Galatasaraylı. Bir kongrede tanıştık. Elazığ  ya da malatya kongresiydi sanırım. O geldi tanıştı. Devamlı karanlık salonlarda bile siyah gözlüklerle dolaşıyor. “ Bu ne ?” dedim. “ Ben kendime böyle bir karizma yapmak istiyorum.” dedi. ” Hatta böyle fotoğraf çekiliyoruz yansın geceleri söylerek.” dedi. Yansın geceleri açtı. Ordan  başladı. Aslında Yalçın’ın fikriydi ama onunki biraz gölgede kaldı diyelim😃
 
Destek olduğunuz birçok öğrenci klubü, topluluklar , seminerler… Her birini sayfalarınızdan takip ediyoruz ve takdir ediyoruz hocam. Her yönüyle günümüzde akıllardaki hekimlik algısının ötesinde bir çizginiz var. Sizin dersinize girmek, sizin stajyeriniz olma şansını elde edemeyenlere ulaşıyor herkese destek oluyor, değerli olduğumuzu hissettiriyorsunuz. Aynı üniversiteye ait iki fakülteden İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun olup uzmanlığınızı da bizde (Cerrahpaşa Tıp Fakültesi) yapmış olmanız bizim için gurur kaynağı. Tüm bunlar için, kıymetli vaktinizi bana ayırdığınız için çok teşekkür ederim. 
 
Hocam bilin ki yeriniz hem Cerrahpaşa Tıp hemde diğer tüm fakültelerde en az İstanbul Tıp kadar ayrı ve özel. Bir gün belki bir ameliyathanede tekrar yolumuzun kesişmesi dileğiyle…

Stj. Dr. Pelin ÖZTÜRK – DoktorlarSitesi.NET Cerrahpaşa Tıp Fakültesi (Türkçe) Temsilcisi

Yorum bırakın