İçimizdeki dünya..

İnsan Mikrobiyom Projesi ile insan vücudunda yaşayan yüzlerce mikroorganizmanın DNA dizilimi belirleniyor!

Eğer görme duyumuz mikroskoplar gibi tek bir hücreyi görecek keskinlikte olsaydı, insan vücudunun yaşayan tek bir organizma olmadığını, aslında çok sayıda organizmadan oluşan bir ekosistem olduğu gerçeğini görürdük. İnsan vücudu sayı olarak aslında %90 mikroorganizma hücrelerinden ve sadece %10 insan hücrelerinden oluşuyor. Yani vücudumuzdaki her bir hücreye karşılık on adet bakteri hücresi taşıyoruz.

“Mikrobiyom” adını verdiğimiz ve birlikte simbiyotik bir yaşam sürdürdüğümüz bu mikroorganizmalar bir yandan sindirime yardımcı olup ihtiyacımız olan fakat vücudumuz tarafından üretilmeyen besin maddelerini bize sağlarken diğer yandan bizleri hastalık yapıcı mikroorganizmalara karşı koruyorlar. Vücudumuzun bu adeta “diğer yarısı” hakkında detaylı bilgiler elde etmek ve bu mikroorganizmaların gen haritalarını çıkarmak üzere “Mikrobiyom Projesi” geliştirildi. Başlangıç safhasında olmasına rağmen proje şimdiden olağanüstü bilgiler sunmaya başladı.Tarihte ilk defa canlı bakteri ile yapılan bir tedavinin gerisindeki esrar çözülüyor.
 
İlk bakışta sağ gözü mikrop kapmış gibiydi. Beş yaşındaki Caroline’in gözü hem şişmiş hem de kızarmıştı. Göz doktoru çocuklarda çok yaygın rastlanan bir göz enfeksiyonuna yakalanmış olduğu teşhisini koyarak ona antibiyotik yazdı. Enfeksiyon antibiyotikle kolayca tedavi edilebiliyordu. Fakat Caroline için durum hiç beklendiği gibi olmadı. Antibiyotik tedavisi başladıktan iki gün sonra ateşi yükseldi.
İshal oldu, kusmaya da başladı. Annesi Caroline’i ishal ve kusması yanında dışkısında da kırmızı lekeler gördüğü için hemen acil servise götürdü. Ateşi 39,8 dereceye çıkmış kalp atışları da hızlanmıştı. Acil’de onu muayene eden doktorlar gözündeki enfeksiyonu görünce, belki enfeksiyonun kanına geçmiş olabileceğini düşünerek damardan antibiyotik vermeye başladılar. Böylece Caroline’in vücuduna çok daha kısa sürede ve daha yüksek dozda antibiyotik vermeleri mümkün oldu. Yakından muayene ettiklerinde gözünün şişmiş ve etrafının kızarmış olduğunu, fakat aşırı bir enfeksiyon belirtisi olan, gözün yerinden dışarı doğru çıkıklığının olmadığını gördüler. Caroline’in gözü ışığa hassas değildi ve

ayrıca ağrısı da yoktu. Göz bebeği de ışığa cevap veriyordu.Her şey normal görünüyordu. Kan testi sonuçları da çoğu parametreler için normaldi ama akyuvarlarının sayısında artış vardı. Ayrıca karaciğer tarafından üretilen ve özellikle vücutta bir enfeksiyon olduğunda miktarı artan “C reaktif protein- CRP” adındaki proteinin düzeyi de oldukça yüksekti. Normalde düzey 5 civarında iken Caroline’in CRP sevyesi 22’ye çıkmıştı. Bütün bu veriler Caroline’in vücudunda önemli düzeyde hastalık yapıcı bir mikroorganizma olduğunu gösteriyordu. Göz enfeksiyonu dışında vücudunun başka bir yerinde ikinci bir enfeksiyon olmalıydı. Belirtiler antibiyotiği kullanmaya başladıktan sonra ortaya çıktığı için antibiyotik kullanımı ile bu ikinci enfeksiyon arasında bir bağlantı var gibiydi. Bu da beklenmedik bir durumdu. Doktorlar Caroline’in sağlık geçmişini incelediler. Caroline dünyaya şaşı olarak gelmiş ve bu nedenle üç yaşındayken gözlerindeki eğrilik bir ameliyatla düzeltilmişti. Ameliyat başarılı da geçmişti. Bu ameliyatı geçiren bazı hastalarda göz enfeksiyonlarına normal çocuklardan daha sık rastlanabiliyordu. Bazen de ameliyatla hiç ilgisi olmaksızın enfeksiyon olabiliyordu. Caroline’in anne ve babası da sağlıklıydılar, onlardan birşey kapmış olması olanaksız gibi görünüyordu. Doktorlar önce Caroline’deki belirtilere normal insan bağırsağında yaşayan ve bazı durumlarda, örneğin antibiyotik kullanımı sonucu, sayısı anormal şekilde artarak sorunlara yol açan Clostridium difficile bakterisin neden olmuş olabileceğini düşündüler. Bağırsak ekosisteminin anormalleşmesi durumunda bu bakteri bazen aşırı derecede çoğalır ve kendine özgü toksinler (zehir) üretmeye başlar. Tedavi edilmezse bağırsak duvarını parçalayarak ölüme dahi neden olabilir. Diğer bir olasılık ise Caroline’in benzer belirtilere neden olan rota virüsü’ne yakalanmış olmasıydı. Belki de bulaşıcı bir bağırsak enfeksiyonuna yakalanmıştı. Nedeni öğrenmek için dışkı örneği alınarak test laboratuvarına gönderildi.Test sonuçları hem rotavirüs hem de C. difficile’nin salgıladığı A/B toksinleri için negatifti. Ama dışkı kültürü pozitifti; beklenmedik bir şekilde Caroline’in bağırsaklarında önemli miktarda Salmonella bakterisi vardı. Dahası Salmonella’nın, Newport adı verilen ve Caroline’in kullandığı antibiyotiğe karşı dirençli olduğu bilinen hattıydı. Salmonella enfeksiyonları zoonotiktir, yani bakteri hayvanlardan insanlara bulaşabilir. Çoğu enfeksiyonlar genellikle Salmonella ile bulaşmış olan yiyeceklerin tüketilmesi sonucu ortaya çıkar. Caroline’e de yediği et veya herhangi bir süt ürünü aracılığıyla bulaşmış olmalıydı. Normalde bakterilerin çoğu antibiyotiklere karşı hassastır ama Salmonella’nın Newport hattı antibiyotiğe karşı bir şekilde dayanıklılık kazanmış. Sözü gelmişken, bir bakteri nasıl oluyor da antibiyotiğe karşı dayanıklı hale geliyor? Sanayileşme ile özellikle gelişmiş batı ülkelerinde hayvancılık mera ve otlaklara daha az bağımlı hale geldi. Çiftçiler arasında genelde “fabrika yemi” olarak bilinen ve birim ağırlık başına enerji ve protein miktarı çok yüksek olan yemler kullanılmaya başladı.Yem üreticileri yemlere gıda maddeleri yanında gerek enfeksiyon önleyici gerekse büyümeyi destekleyici olarak antibiyotikler katmaya başladılar. Yani hasta hayvanlar yanında sağlıklı hayvanlar da antibiyotiklerle beslenmeye başladı. Mikroorganizmaların, özellikle bakterilerin bir özelliği jenerasyon aralıklarının kısa olması ve bunun sonucu olarak kısa bir zaman dilimi içerisinde genetik malzemelerinde değişikliklerin meydana gelmesidir. Örneğin bir E.coli bakterisi laboratuvar şartlarında yaklaşık her yirmi dakikada bir bölünerek iki bakteri olur. Hayvan vücudunda ise yine bir E.coli bakterisi her iki – üç saatte bir bölünerek sayısını ikiye katlar. Kısa sürede çoğalırlarken DNA’da da değişiklikler birikir. Bu değişikliklerden bir kısmı yeme katılan antibiyotiği etkisiz hale getirince o bakteri o antibiyotiğe karşı dayanıklı hale gelir. Antibiyotik olsa bile tıpkı antibiyotikle tedavi edilen Caroline’in bağırsaklarında çoğalan Salmonella gibi artık o ortamda kısa sürede çoğalır.İnsan Doktorlar Caroline’in gözündeki enfeksiyon için verdikleri antibiyotiğin onun bağırsaklarındaki yararlı bakterilerin bir kısmını öldürdüğü, bunun sonucu olarak antibiyotiğe karşı dayanıklı olan Salmonella’nın çoğalarak ishal ve kusmaya neden olduğu sonucuna vardılar.
Diğer bir deyişle,Caroline’in normal bağırsak mikroflorası ki bunu“mikrobiyom” olarak adlandırıyoruz, bozulmuş ve normalde kontrol altında tutulan hastalık yapıcı bakteri -bu vakada Salmonella- fırsattan istifade çoğalıp toksin salgılayarak Caroline’i hasta etmişti.
Kaynak: vizyon21yy.com

Yorum bırakın