100 Yaşın Üzerinde Yaşayanlar Kulübü

 

100 Yaşın Üzerinde Yaşayanlar Kulübü. İnsanlar artık yüz senenin üzerinde ömür sürebiliyorlar bu zamanda. Son altmış yıldır doğan kimsenin olmadığı hesaba katılacak olursa oldukça yaşlı olan nüfusun pek bir eğlencesi kalmamıştır. En keyifli hobiler arasında 60’lıklara masal anlatmayı, 70’liklere bilmece sormayı, 80’liklere su sıçratmayı sayabiliriz. Bu kadar uzun yaşayınca, yapabileceklerinizin bir sınırı olabileceğini düşünebilirsiniz ama herkes memnun hayatından. Hiç kimse başka bir kimsenin tavuğuna ‘kışt’ bile demiyor çünkü tavuk kalmadı artık dünyada.

Yüz yaşın üzerinde dediğime bakmayın. Berke ve Lemi’yle beraber bu kulübü kurduğumuzda yüzün üzerine yeni çıkmıştık. Şimdi ben 127, Berke 129 ve Lemi de 126 yaşında. Bu kadar yaşayacağımızı da tahmin etmiyorduk açıkçası. Kulübün Mütevelli Heyetinde sabahtan akşama kadar oturuyoruz. Elli yıl öncesine kadar tavla oynuyorduk ama sağ olsun(!) koltuğunun altına almaya gururuna yediremeyen Liva arkadaşımız, kalan son antika tavlamızı da kırdı. Liva ve diğer kız arkadaşları ‘Pembe-Gri Kadınlar’ kulübünü tam da karşımıza açmasalardı bu anıyı belki bu kadar taşıyamayıp, unutup gidecektik. Ama hanımefendi, her sabah kendi kulüplerinin camından doğaya sıcacık tebessümlerini salarak, küresel ısınmayı hala devam ettirmeye inat ettiği kadar bu acı hatırayı da, gözlerimize soka soka unutturmamaya kararlı. Küresel ısınma, biraz abartılı oldu. Gülümsemek yüz senede geçse iyi bir şeydir. Her neyse…

En sinir bozucu tipler 99’luklar. Ben onlara ‘ne idiği belirsizler’ diyorum. Bizim kulübün kapısında yatıp kalkıyorlar desem yeridir. Hayır kapıda da koskoca ‘yüz yaşın altındakiler giremez’ yazdığımız halde ne diye hala gelip sorarlar, akıl sır erdiremiyorum. Bazen diyorum ki, alıp başımı gideyim buralardan sonra vazgeçiyorum bu fikirden. Gidip görebileceğim her yeri gördüm dünyada. Tatmadığım lezzet almadığım koku kalmadı. Gerçi artık ağzımda da tat da kalmadı. Kulübün bu sıcacık odasında – dışarıda yaprak kımıldamıyor- bir güzel fosilleşeyim diyorum ama o da nafile. Hastalık kalmadı ki dünyada. Tek bir hastalık kaldı, o da ‘kıskançlık’. O da bende yok. Kimi, niye kıskanayım ki bu saatten sonra? Geçen Kanadalıların yaptığı bir araştırmayı okudum. İnsanlar normal şartlar altında 115 yaşına kadar yaşayabilirmiş, o da maksimum 115. Ne o zaman, biz insan değil miyiz, arkadaşım? Neyiz biz o zaman? Hayır sıkıntımız stresimiz yok diye, bizi insandan saymıyorsanız bilelim yani. Gamsızsak, bizim suçumuz ne ki?

Eskiden ne güzel telefon, internet vardı. Zaman bir şekilde akıp gidiyordu. Şimdi yeni şeyler var. ‘Nörokinetikmiymiş’ neymiş adı. Eskiden wi-fi şifresi falan arardık şimdiyse ‘bulut’ arıyoruz. İşin yoksa bu havada bulut ara, dur. O bildiğimiz havadakilerden değil. Mecazi bir sözcük, anlayacağınız üzere. Kulübe taktırmadık biz, bulutu. Ama ihtiyaç duyuyoruz artık.

– Kutay, buraya bakar mısın? Misafirin var.

Sekreterimiz Mina hanım. En gencimiz o. “Geliyorum, Mina.”

Yorum bırakın